Kampana çaldı ve herkes alana toplandı ; birler,ikiler, üçler,dörtler,beşler,öğretmenler,tarımbaşı, açşıbaşı, yardımcısı, fırıncı, fenerci, enstitü müdürü.

Kampana çaldı ve herkes alana toplandı ; birler,ikiler, üçler,dörtler,beşler,öğretmenler,tarımbaşı, açşıbaşı, yardımcısı, fırıncı, fenerci, enstitü müdürü.
                Ensititüdeki işleri ,orada yaşayan herkes hep birlikte yapıyor. Bu sistem öğrenciler arasında haftalık olarak değişince Cumartesi günü değişim zamanlarında görevi teslim eden grup değerlendirilmesi yapılarak teslim ediyor  diğer gruba. Bu toplantıların içeriği daha çok çamaşırlar neden tam kurumadan teslim edildi, yatakhane yeterince temiz değildi ya da her şey yolundaydı görevli arkadaşlara teşekkürler şeklinde oluyordu. İsmet İnönü’nün enstitü ziyaretine geldiğinde ise ona özel çıkan yemekle ilgili tartışma mevzuunu sosyal medyada denk gelmişse okumuşsunuzdur. Okumayan ya da duymayanlar için kısaca bahsedeyim. İsmet İnönü enstitüleri ziyaret ediyor ve topluca yenen yemeklerde öğrenciler de onun farklı bir yemek yediğini görüyor. Cumartesi toplantısında bunu dile getiren öğrenciler devlet adamlarına farklı bir muamele mi yapılacağını sorarak biraz da sitem ediyor. Fakat müdür bu konuya şöyle açıklık getiriyor; İsmet İnönü diyabet yemekleri yemek durumundadır. Sizden de birileri hasta olduğunda ona özel yemek çıkarmıyor muyuz?
                Gönen Köy Enstitüsünde yaşanan başka bir Cumartesi toplantısı. Bunu Fakir Baykurt anlatıyor. Baykurt, dersleri çok iyi olan bir öğrenci. Öğretmenlerine de kendini olumlu izlenim bırakacak şekilde hep göstermek istiyor. Dersler tamam. Cumartesi toplantısında da söz alıp , kendini doğru bir şekilde ifade edebilirse kendini arkadaşlarına da öğretmenlerine de göstermiş olur, gibi düşünüyor. Ve bir cumartesi toplantısında söz alıyor. Kendisi o zaman birinci sınıf. Rahatsızlık duyduğu konu şu : yemeklerin dağıtımı. Beşinci sınıflar yemeklerini normal porsiyonda, taneli ve etli alırken birinci sınıfa kadar gelen dağıtımda ne et kalıyor ne de tane. Bu durum onu rahatsız ediyor. Söz almak ve kendini göstermek için bir fırsat diye düşünüyor.
Siz burada kimseye ayrım yapılmıyor  diyorsunuz ama ayrım yapılıyor ,diye başlıyor söze.
 Durumu anlatıyor. Beşinci sınıflara soruyorlar , doğru mu?  Beşler diyor ki hayır yok öyle bir şey. Fakir itiraz ediyor, siz yanlış kişiye soruyorsunuz onlar zaten yemeğin etli kısmını yiyorlar, doğru derler mi , diyor. Bu kez birlere soruyorlar. Birler doğruluyor. Müdür  de buna ikna olmuyor. E bunlar da böyle der tabi diyor. O gün nöbetçi olan öğrencilere ve öğretmenlere soruyorlar. Sonra aşçıbaşını çağırıyorlar. Aşçıbaşı utana sıkıla konuşuyor:
Evet birkaç kez yemeğin sonuna su ekledim.
Müdür bu kez ambardan çıkan tahılın hesabını , kaç kişiye yemek yapılacağını, listeyi hazırlayanı ve bu listeyi imzalayanı sorguluyor. Soruyor daha doğrusu. Bunun üzerine aşçıdan gelen açıklama şöyle oluyor:
Efendim, 180 kişi ile başladık. Şimdi 690 kişi olduk. Malzemeyi arttırıyorum ancak yetmiyor. Yok.
Yok dedikten sonra artık diyecek bir şey yok. Müdür kişi sayısına göre yemek çıkarın diyor. Aşçıbaşı tamam diyor. Ortamı yatıştırıyor. Olmayan şeyin, yetmeyen tahılın nasıl bulunacağı bundan sonra hallediliyor artık. Yok’un bulunması lazım neticede.
Bu konuşmaların geçtiği süreçte müdürün öğrencilere vurguladığı bir şey var. Yemeğin etsiz ve tanesiz kısmının size kaldığını gösterecek bir dayanağın var mı diye soruyor. Dayanağı olmayan eleştirinin hükmü olmaz. Yarın öbür gün okulunuz bitecek. Siz köylere dağılacaksınız. Öğretmen olup toplumu aydınlatacaksınız. Yeri gelecek bakanı, başbakanı, cumhurbaşkanını eleştireceksiniz. Dayanağı olmayan eleştirinin ciddiyeti olmaz, diye de ekliyor.
Öğrenciliğin en güzel yanı da bu. Okulda öğrendiğimiz doğrularla toplumun hazır şekilde beklediğini ve onları  kolayca aydınlatacağımızı sanıyoruz.