Sürer eker biçeriz güvenip ötesine Milletin her kazancı milletin kesesine

Sürer eker biçeriz güvenip ötesine
Milletin her kazancı milletin kesesine
Toplandık baş çiftçinin Atatürk’ün sesine
Toprakla savaş için ziraat cephesine
Biz ulusal varlığın temeliyiz köküyüz
Biz yurdun öz sahibi efendisi köylüyüz
 
Tarım Marşı ile başlıyorum yazıma. Bugün  17 Nisan .Köy enstitülerinin kuruluş yıldönümü kutlu olsun.
Sonradan kapatılmış olsa da iyi ki açılmış Köy Enstitüleri. Bilgi ve becerinin bir arada işlendiği eğitim kurumları. Köylüden başkasının yaşamada zorlandığı köylere , atanıp da durmayan öğretmenlerin yerine , kendi içlerinden çocukları öğretmen olarak yetiştirip halkını aydınlatmayı amaçlayan eğitim kurumları ; hiç değilse aradaki uçurumu azaltmayı amaçlayan kurumlardır enstitüler. O dönem için dünyada eşi benzeri yok. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali YÜCEL ile İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı TONGUÇ’un ürettiği bir eğitim modeli.

On dört yıl kadar yürürlükte kaldı. Bunun ilk yedi yıl planladığı şekilde yürütüldü. Köy yerleşimlerinin dışına kurulan kampüs sistemli kurumlarda öğrenciler karma eğitimle yatılı okuyorlar. Enstitüye çalışkan  öğrencileri alıyorlar. O zamanın tabiriyle ‘kafalı çocukları’. Varışta sınava giriyorlar. Okumaya başlıyorlar, her ay yazılı sözlü sınav var. Sınavları geçemeyen sınıfta kalıyor. Zaten yokluk diz boyu. Ülke ikinci Dünya Savaşının etkileriyle yaşıyor. Öğrenciler kendi okul binalarını kurup içme sularını fiziğin kanunlarından hareketle getiriyorlar. O yorgunluğa dayanmak zor. Su yok, sabun yok, bit ,uyuz çok. Bu pisliğe dayanmak da zor. Hem kafayı çalıştırıyorlar hem elleri. Kız öğrenciler besinleri saklama yöntemi öğrenip , ipleri dokuma tezgahından geçirip dikiş öğrenip kendi okul kıyafetlerini dikiyorlar. Bu bilgi ve donanıma ek şiir yazıyor, dans öğrenip kayak yapıyorlar. Hepsini birden yürütmek zor. Köyünde  yılı üç beş çuval buğdayla geçiren fakir köy çocukları için orası hayatlarının fırsatı. Varsıl köy çocukları için dayanma motivasyonu olmayan büyük bir zorluk. O nedenle dayanamayan köyüne dönüyor. Döndüğünde onu köyde psikolojik bir savaş bekliyor, çünkü köylü dalga geçiyor.
Yapamadın mı?
Beceremedin mi?
Bunlarla baş edemeyen dönmüş öğrenciler enstitülerle ilgili dedikodulara başlıyor.  
Kız erkek öğrencilerin bir arada okumasını ballandırıyor köyünde. Yanlışlığını vurguluyor. Dahası bu konuyla ilgili ağzını bozuyor. Halk için namus çok mühim bir konu! Karalaması en basit mevzuu. Bilgiyi, donanımı hiçe sayıp bu karalamalarla ülkeyi bulandırıyor. Dedikoduyla kurumlar yıkılır mı? Yıkılıyor. İşin aslı ise bilgiyi ve parayı sadece elinde tutmak isteyen , ekmeğe muhtaç köylüyü kendi hizmetinde çalıştıran ağaların personel kapısını kapatmak istememesi. Meclise kadar giden konuşmalarda bir milletvekili “ Bindiğim eşek benden akıllı olmasın “ diyerek enstitülerdeki asıl rahatsızlığını dile getiriyor. Ve süren konuşmalar ve dedikodularla önce eğitim sisteminden tavizler veriliyor. Sonra enstitü mezunlarının yüksekokula gitme şansları ellerinden alınıyor. Sonra dönüştürülüp daha sonra da kapatılıyor.
Böylece şimdiki nesillere ‘ Bir zamanlar Köy Enstitüleri vardı ‘ tadı işlenip kalıyor.
Kapatılmış olsa da iyi ki açılmış köy enstitüleri.
Kutlu olsun yıldönümü.
Ruhu şad olsun Hasan Ali YÜCEL ve İsmail Hakkı TONGUÇ’un.
Var olsun o dönemde yetişip bilgilerini bize aktaran Mahmud MAKAL’ın Fakir BAYKURT’un eserleri.